Dedi ki; sen şairsin elindeki bu taş ne? Dedim ki; şair aşka boyun eğer, zulme değil! Cahit Zarifoğlu
Bu duyguları yapayalnız taşımak çocuk kalbime ağır geldi.
Aşk, bedenin, bizim için mutlu olan bir andan yararlanarak kendini yalnızlığa sunduğu zamanlarda ortaya çıkar.
Gizlice düşündüğüm, fark edilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiçbir teşebbüste bulunmadan birden bire atmak için yine hayal mi kuruyordum.
Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim, bizimle aşkta olanların, eline su döksünler, çadırlarının önüne o küçücük, kilimleri sersinler.
Kuşlar uçsun yüreğinin kırılan penceresine, ve bir serçe konsun en kırılmış yere, adı gurbet olsun, hasret olsun, özlem olsun, ve özü sevda olsun!
Aşktan küçük bir kuşku kazandım. Ne sevinç ne mutluluk ne coşku ne ruh çöküntüsü dedikleri, sadece kuşku. Mücerret.
Hiç aşık olduk mu? Neye aşık olduk, O’nu nasıl karşıladık? O’nun ilk niyetiyle donduk kaldık mı yoksa ilk nimet gözlerimizi onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı.
Yeni bir söz söylesem neye yarar ki, söyleyemediklerim ince bir sızı…
Affedin beni daldığım oluyorsa eğer; neyleyim, gönlümce değil bu olup bitenler.
İnsan sevmeli: bazen bir insanı, yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu… Zaten sevmezse insan, insan mı olur?
Ya çık gel, aşkın zümrüt tepelerinden, ya da kır belini, hasret denen illetin.