Birbirini bütün tedaileriyle karşılayan iki kelimeye ne aynı dilde rastlarsınız ne iki ayrı dilde.
Kronoloji: aptalların tarihi.
Batı’nın düşünce tarihi akılla naklin mücadele tarihi.
İngiliz hodgamdır.Bir millet değil de bir yığın.Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçirince her mukaddesi unutuverir.
Şiir ne bir teşrih masasıdır, ne bir teşhir çarmıhı.
Düşünceye câzip ve parlak bir biçim vermek küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez.
Tefekkür Vuzuhla başlar,kurtuluş şuurla.
Siteme alerjiniz varmış, bu bir zaaf, bu bir kendine güvenemeyiş. Sevmek sitemle başlar. Ayrı dilleri konuşuyoruz…
Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
Ve insanlar Homeros’un cennetindekiler gibi kucakladın mı kayboluyorlar. Hepsi birer gölge. Teneke bile değiller. Sevgi garip bir yangın. Yaşaması için büyümesi gerek. O yangına herşeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı. Ve kül olacaksın. İnsanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. Sonsuz karşısında cücenin korkusu..
Polemik zekâların savaşıymış. Zekâlar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, gizli çıkarların savası polemik. Hiç kimseyi ikna etmeyen bir lâkırdı tufanı.
Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir.
Murdar bir hâlden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.
Deha tabiatın en tehlikeli armağanı.
Düşünmek, insan üzerinde düşünmek, mutlaka yasak bölgelerden birkaçına dalıp çıkmakla olur. Zaten demokrasi ve liberalizm yasak bölgeleri kaldırmak manasına gelir.
Mütercim, mutlak’ı arayan bir çılgın, “felsefe taşı”nı bulmaya çalışan bir simyagerdir.
Düşünce adamı bir zümrenin emir kulu değildir. Hiçbir merkezden talimat almaz. Bir partiye bağlı olmayabilir. Ama tarihe angajedir. Yani vatandaş olarak vazifeleri vardır: Belli savaşları kabul etmesi, belli tehlikeleri göze alması lazımdır. Bir devrin şuuru olmak zorundadır o. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek. Bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak, düşünceye ihanettir.
Şuuraltı(psikanaliz) her istediğini kolayca elde eden mutlu azınlığın imtiyazı.
Raskolnikov sarsıntı geçiren bir toplumda yapayalnızdır. Dosto gibi.
Avrupa tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir.
Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh. Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir.
Asya’nın bütün evlatları içinde Batı’nın ilk benimsediği: Zerdüşt.
Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık.
Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir.
Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor memleketten.Hayır kirlettiği bir odadan kaçar gibi.
Aydın olmak için önce insan olmak lâzım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur; maruz kalmaz, seçer. Aydın, kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat, hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.
Kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, her namuslu yazarın vicdan borcu.
Din, bir susuzluk, sonsuza karşı duyulan özlem. Bilgi değil, aşk.
Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana, Neşideler Neşidesi veya Kur’an: Senin kitabın hangisi?
Fransızlarda ‘mezar taşları gibi yalan söylemek’ gibi bir tekerleme var. Kendi hayat hikayesini anlatmak da buna benzer. Önce hafızamızın aynasında sadık akisler aramak ve onları infiallerimizin, egoizmimizin eklediği çizgilerden ayırt etmek kabil mi? Belki otobiyografik bir roman kaleme almak caiz. Ama birkaç sayfada bütün bir ömrün muhasebesini yapmak hem tehlikeli hem abes. Her hal tercümesi bir müdafaanamedir. Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale.
Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel.
Acıları dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var.
Dergi hür tefekkürün kalesi.
Her çağ kendi kelimelerini söyletmiş kelimeye; her demagog kendi yalanlarını.
Hakikatte kendilerini konuşturduğum düşünce adamları benim tercümanlarımdır. Tanıdığım binlerce insan arasından onları seçişim, bazen kendimi sahneye çıkarmak istemeyişimden, yani bir şöhretin arkasına gizlenmek ihtiyatkârlığından, bazen de onlarla boy ölçüşebileceğimi ispata kalkmak gibi bir bencillikten kaynaklanabilir.
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir, denizdeki herhangi bir dalgayız.
İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl tası gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür.
Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür.
Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş.
Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma kısır kalmağa mahkum.
Don Kişot olun. Tek hürmet ettiğim adamdır, kaybedilmiş bir davanın bu kadar fedakar bir kahramanı olabilir. Öyle görmek ve inandırmak ihtiyacında dünya şanso pansolarla dolu.
Mağaranın içi mağaranın dışı… İnsanlık aynı sefil putlara tapan şaşkınlar kafilesi. Hakikatte mağaranın içi de dışı da bir.Yüz elli yıldır gölgeler aleminde yaşıyoruz…
Dosto, ıstırabın romancısı. Istırabın, isyanın, merhametin ve şuuraltının. Raskolnikov, fahişe Sonya’nın önünde eğilirken “Senin önünde değil, acı çeken bütün insanlığın önünde eğiliyorum” der. Suç ve Ceza, insan ruhunun uçurumlarını, mağaralarını, dehlizlerini tarayan bir kitap.
İnsanından kopan bin intelijansiyanın kaderi suya nakışlar çizmek.
Kanun, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı Avrupalı için.
Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?
Önce sükût vardı kelâm değil. “tanrı sükûttur” diyor bir Hint bilgesi. Söz iki sonsuz arasında bir çırpınış.
Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın.
Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.
Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için bin bir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni fark edecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyenim. Sen kimseye benzemeyensin.
Avrupa hastadır. Maddeci medeniyet önce Tanrı’yı öldürdü, sonra insanı.
Herkes tarafından anlaşılmak isteyen, hiç kimse tarafından anlaşılmaz.
İnsanlar görüyorum.. Yangından kaçar gibi kaçıyorlar vazifeden, önlerinde uçurum bir uçurum ki; memleketimin insanları ile dolu, bir uçurum ki uçsuz bucaksız.. Uçurum değil, bir ejderin ağzı.
Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla.
Slogan, ilkelin ideolojisi.
Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza.
Tabular tabular.. Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, “efendim bizde filozof yetişmiyor” diye ah-u vahlar.
İdeolojiler ,izmler üzerimize giydirlmiş deli gömlekleridir.
İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.
Hepimiz aynı gemideyiz, gökte kasırga bulutları ve kuledeki gözcünün feryadı: s.o.s! s.o.s!
Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir.
Olmak veya olmamak, hayat ve ölüm. O kadar iç içe, o kadar kucak kucağa ki. Ve insanı deli eden, olabileceğin, olması gerekenin parmaklarımızdan kayıvermesi. Trajedi bu. Kırmızıya oynayayım derken siyaha oynamak. Bir kere kırmızıya oynadınız mı geriye dönemiyorsunuz artık.
Savaş bir irşat. Savaş, ışıkla karanlığın diyaloğu. Düşman, gözü bağlı olandır.
Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi.
Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milleti.
Avrupa’nın kılı kırka yaran tahlilci zekası bilgiyi dünyevi ve dini diye ikiye böler. O’na göre dini kültürle ladini kültür farklı mefhumlardır. Dünyevi kültür ne demek? Kültürü toprağa zincirleyen bu anlayış da bir ideoloji, yani bir aldatmaca değil mi?
Batı karşısındaki durumumuz, efendisinin ilaçlarını çalıp içen uşağın durumudur.
Ormanı görmedin, ağacı görmedin, rüzgarın önüne savurduğu birkaç kuru yaprağı insan zekasının bütünü sanıyorsun.
Benim düşüncelerim heterodokstur, sosyalist değilim, islâmcı değilim, öyleyse ben neyim? Ben kendimim!
Hristiyanlaşmadik ama icimizde bir ortacag kesişi yaşiyor..
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.
Kültür, kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmeyen, edilemeyen bir kelime.
Bayağı, hissetmeyendir.
Yığın düşünmez, maruz kalır.
Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı.
Gerçek hükümdarlar, ebedi hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler.
Kendini tanımak, marifetlerin marifeti.
Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.
Sol ve sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit…
Sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiçbir zaman benimsemedim. Bunlar hakikati kapamaya yarayan uydurmaca mefhumlardır. Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede sağcı solcu ne demek?
Her kavganın ezelî mazereti: Son kavga olmak.
Çatışmasız toplum beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü.
Hayat herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya.
Bilgi, sonu gelmeyecek olan bir fetihtir.
Mektup ya hıçkırıktır, ya bir neşide. Mektup bir kementtir, bir davettir. Kime ve neye? Bu akşam yine yalnızım ve yine bedbahtım. Beni anlamanız için sizi terketmem mi lazım?
Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil.
Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir.
Kelam, bütünüyle haysiyettir.
Umrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekâmül vetiresini ifade için kendimize lâyık bir kelime bulduk: uygarlık. Mâzisiz, musîkisiz bir hilkat garibesi.
Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız.
Senin ismini taşıyor diye kadına iltifatta bulundum. Ve bir an ilhamım kanatlandı. Konuştum.
Düşüncenin gemlerini biraz bırakınca cinnete ve hikmete beraber gidiyor insan.
Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı yani İslâm. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!
Tanzimat sonrası Türk aydınına en çok yakışan sıfat müstagrip. Edebiyatımız bir gölge-edebiyat; düşüncemiz bir gölge-düşünce. Üç edebî nevi itibardadır: taklit tercüme.
Ruh yazının icadından beri ölümsüz. Kaya homurdanır konuşan yalnız kitap.
İnsanları eskisi kadar sevmemek. İnsanları ve eşyayı. Galiba ölmek bu.
Bir çağı bütünüyle kötülemek bütünüyle yüceltmek kadar yanlış.
Şahsiyet, görünen cemiyet içinde görünmeyen cemiyeti seçip, tahtını onun bağrında kurmakla fethedilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, bir olacağa bağlanıştır..
İrfan düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim. İrfan bir mevhibedir. Cehtle gelişen bir mevhibe.
Sakson köleleri boyunlarında bir tasma taşırlarmış: efendilerinin adi yazılırmış bu tasmaya. Aydınlarımız da onlara benziyor; her biri bir şeyhin müridi.
Düşünce bir köprü: kıldan ince, kılıçtan keskin…
Gerici, ilerici… Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar.
Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kâğıda geçirmek istiyorsun; kâğıda bilmiyorsun ki ebediyet sümüklüböceğin izleri kadar aldatıcı.
Büyük adam, kucağında yasadığı toplumun üvey evlâdı. Dünkü, ötelerdeki bir toplumun çocuğu. Büyük adam kalabalığı tekme ile uyandıran kılavuz.
İdealist insan, ukala olmalıdır. Ukala olmazsa ayakta kalamaz …
Kavga, insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar.
Düşünenin görevi: insanından kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak, kızmadan, usanmadan irşat. Gerçek sanat ayırmaz, birleştirir.
Genc batinin her nazina, her cilvesine katlanan, ihtiyar birer asik olduk.
Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: düşünce birliği. O da rüzgarın her an tehdit ettiği bir kandil. Düşünce birliği, düşünen insanlar arasında olur
Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkum etmek değil midir?
Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.
İmansız ve idealsiz nesiller türettik. Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılar ülkeye.
Doğuya giden gemide batıya koşanları yazmamış kimse, gerçi o sakallı celal’in sözüydü ama…Üstad hatırlattı bize!
Büyük adam tehtidkâr. Yığın kadındır. Irzını teslim edecek bir zorba arar. Çobansız rahat edemeyen kaz sürüsü…
Kamusu olmayanın namusu olmaz.
Bu ülkede düşünceyi kuduz köpek gibi kovalarlar!
Politika ile en az âlimler uğraşır…
Ya Batılı olacağız yahut Batı kültürünün âzâd kabul etmez sömürgesi.
Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır.
Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır.
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş.
Kaynaklarından kopan bir intelijansiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmak.
Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan.
Düşünceye sınır çizilemez. Şüpheden bile şüphe.
Kuşlara benzer kelimeler beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güvenilmez.
Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar belki açmazlar.
Buda haklı : Var olmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Karakter ne kadar kuvvetli ise, vefasızlığa o kadar az kabiliyetlidir.
Batı; muhteşem bir baş altında, sefil bir kuyruk.
İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri.
Tarihin mimarı: isyan, kadere, zamana, insana.
Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine.
Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Hiçbir zafer umulanı getirmez, hiçbir bozgun mutlak değildir.
İnsanlık daima kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk.
Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülâkattır.
Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor.
Kültür, homo ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye çalışan birer şal.