Din bize görüşlerimizi değiştirmememiz gerektirdiğini ve ayrıca, kavranması mümkün, ilgi uyandırıcı konuların keşfedilmesini arzulamamayı öğretir. Din bilimin düzenini bozar ve kişinin idrak kabiliyetini baltalar.
Din hakkında beni endişelendiren, onun insanlara anlamamakla yetinmeyi öğretmesidir.
Canlı organizmalar üç bin milyon yıldan daha uzun bir süre dünya üzerinde varoldular ve neden yaşadıklarını hiç bilemediler, ta ki güneş doğana ve ışınları bir tanesine ulaşana dek. Bu kişinin adı Charles Darwin’di… Dürüst olmak gerekirse, başkaları gerçeği belli belirsiz sezmişlerdi. Ancak ilk kez Darwin, neden varolduğumuzun tutarlı ve kabul edilebilir bir açıklamasını yapmıştır.
Evrim geçirmiş organlar, genelde zeki ve güçlüdürler, aynı zamanda açıklayıcı kusurları vardır; bu, eğer evrimsel bir geçmişleri varsa tam da beklememiz gerekendir ancak eğer tasarlanmışlarsa tam anlamıyla beklenmedik bir durumdur.
İndirgenemez karmaşıklığın detaylı örneklerini bulmaya çalışmak aslen bilimsel bir ilerleme yöntemi değildir; mevcut bilgisizlikten kanıt çıkarmaya çalışmaktır.
Kimya, tüm yıldızlarda ve tüm gezegenlerde sürüp giden bir oyundur. Oyuncuları atomlar ve moleküllerdir. En ender atomlar bile, bizim alışkın olduğumuz sayma ölçülerine göre, inanılmayacak derecede çoktur.
Gerçekleri kutsal kitaba göre yorumlayan biriyle tartışamazsınız.
Birçok dindar kişinin dinin kendilerini iyi birer birey olma konusunda motive ettiğini düşündüklerini biliyorum, özellikle de kişisel günahkârlığı sistematik biçimde sömüren inançlardan birinin mensubu iseler.
Bugün dünyanın güneş etrafında döndüğü ne kadar şüpheye açıksa, evrim kuramı da ancak o denli kuşkuludur.
İyi bir kuram aksi ispatlanmaya müsait olduğu halde kimse tarafından çürütülememiş olan kuramdır. Evrim, eğer tek bir fosil yanlış zaman diliminde ortaya çıksaydı rahatlıkla çürütülebilirdi. Evrim bu sınavı havada karada geçmiştir.
Herhangi biri herhangi bir anda Kambriyen kayaçlarında bir memeli fosili bulursa evrim teorisi anında yerle bir olurdu. Diğer bir deyişle evrim yanlışlanabilir bir teoridir. Dolayısıyla bilimsel bir teoridir.
Hiçbir yaratık ‘tamamlanmamış’ bir ‘ara aşamada’ yaşamını sürdürmez. Geriye dönüp bakıldığında, danslarını modern balarısı dansı yolunda aracılar olarak yorumlayabileceğimiz eski, çoktan ölmüş arılar yaşamlarını gayet iyi sürdürüyorlardı. Tam bir arı yaşamı sürüyor ve ‘daha iyi’ bir şeye giden ‘yolda’ olduldarını düşünmüyorlardı.
Ben evrim temelli bir ahlakın savunucusu değilim. Ben her şeyin nasıl evrim geçirdiğini söylüyorum. İnsanların ahlaki açıdan nasıl davranması gerektiğini söylemiyorum.
Kötü ile iyi arasındaki savaş,aslında sadece iki kötü arasındaki savaştır.
Bütün dinlerin, virüslerin salgınına çok benzer bir akıl hastalığı olduğunu düşünüyorum. Din mükemmel bir kültürel yapı, ama bu onu gerçek yapmıyor ve beni gerçek ilgilendiriyor. Çiçek virüsü mükemmel bir virüs, işini çok güzel yapıyor. Ama bu onun iyi olduğu ve yok olmasını istemediğim anlamına gelmiyor.
Dindar insanların çoğu, din olmadan bir insanın değil iyi birisi olması, iyi birisi olmaya gerek duymasının bile düşünülmesinin zor olduğunu söylerler…Bu önemli bir konudur çünkü ahlaki kurallar genelde ahlakla gerçek bir ilişkisi bulunmayan farklı konular üzerinde belirlenmiş dinsel tutumların arkasında gizlidir.
İman mükemmel bir kaçamak, düşünmemek ve kanıtları değerlendirmemek için mükemmel bir mazerettir. İman, kanıtsızlığa rağmen hatta belki de sadece bu yüzden inanmaktır.
Darwinci kuram, ilke olarak, yaşamı açıklayabilir. Şimdiye dek öne sürülen kuramlardan hiçbiri, ilke olarak, yaşamı açıklayabilmiş değil.
Tutucu din, sayısız masum, iyi niyetli ve hevesli genç beyne yönelik bilimsel öğretimi yıkmanın tutkusuyla hareket eder. Tutucu olmayan, ‘duyarlı’ din bunu yapmıyor olabilir. Ancak, çok küçük yaşlardaki çocuklara sorgusuz sadakatin bir erdem olduğunu öğreterek dünyayı tutucular için güvenli bir yer haline getirir.
Yırtıcılar, kurban hayvanları yakalamak için mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünürken, kurban hayvanları da kaçabilmek için en az onlar kadar mükemmelce ‘tasarlanmış’ gibi görünür. Peki, Tanrı kimin tarafındadır?
Hiçbir ciddi biyolog, evrimin gerçek olduğundan, tüm canlıların birbirlerinin kuzeni olduğundan kuşku duymaz.
Bilim adamları, ‘gerçeği’ çeşitli kuramsal yöntemlerle tanımlamaya çalışırken tutucu bir izlenim bırakıyor olabilirler. Ama zaten herkes böyledir. “Evrim gerçektir” dediğimde, “Yeni Zelanda’nın güney yarımkürede olduğu gerçektir” dediğimde olduğundan fazla tutucu değilimdir.
Doğal seçilim doğanın kör saatçisidir; kördür, çünkü ileriyi görmez, sonuçları hesaplamaz, görünen bir amacı yoktur. Yine de, doğal seçilimin yaşayan sonuçları, usta bir saatçinin tasarımlarını akla getiriyor; bizi etkileyen bir tasarım ve planlama yanılsaması bu…
Doğa ne naziktir, ne de kaba. Ne acıya karşıdır, ne de acıdan yanadır. Doğa, DNA’nın varkalımını etkilemedikçe, acıya hiçbir şekilde önem vermez. Örneğin, öldürücü bir ısırığa maruz kalmadan önce ceylanları uyuşturan bir gen düşünmek kolaydır. Doğal seçim böyle bir geni tercih eder miydi? Ceylanı uyuşturma eylemi genin sonraki kuşaklara aktarılma şansını artırmadıkça, hayır.
DNA bilmez de, umursamaz da. DNA yalnızca vardır. Ve biz, onun müziğiyle dans ederiz.