Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik…
Farklı görünme çabası sırandanlığın göstergesi değil midir? Gerçekten farklı olan bir kişi, neden farklı olduğunu kanıtlamaya uğraşsın?
Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden insanları dinlemek onları tanımak için yeterli değil.
Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette, ama mesele sadece mutluluk değildi. Önemli olan yaşadığını, hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissetmekti.
Onu bekliyorum, evet her gün, her an bekliyorum, ama tuhaf bir bekleyiş bu umutlanmadan bekliyorum. Bir üzüntü de hissetmiyorum artık, sadece bekliyorum.
Hayatta insanların başıma gelebilecek en kötü şeylerin ölmek ve öldürmek olduğunu mu sanıyorsun?
Aşık olmak, gözü bağlı olarak, bir uçurumun kıyısında yürümek demektir. Başına neler geleceğini hiçbir zaman bilemezsin. Sonu ölüm de olabilir, cinayet de, intihar da.
Ne kadar yukarı tırmanırsak tırmanalım, ne kadar aşağı inersek inelim asla duygularımızın dışına çıkamayız.
Aslında, siz dünyanın derin gerçekliğini algıladığınız zaman, o dünya da size uygun bir biçimde davranıyor ve hayat, sanatı taklit etmeye başlıyor.
Sevda, beklemediğin anda başına gelen bir hışım, bir kasırga, bir yıldırım. Her an başına gelebilir, ölümcül bir kaza gibi.
İnsanlar Tanrının önünde eşittir ama hayattan zekaları, becerileri, azimleri ve kazanma hırslarına uygun olarak pay alırlar. Bu yüzden mutlak eşitlik yoktur.
Bu dünyada şiddete en karşı olan kişinin bile, koşullar zorlayınca bir öldürme makinesine dönüştüğünü gözlerimle görmüştüm.
Yaşamımın bana öğrettiği en önemli gerçek şu: Türkiye iyi niyetli insanlara göre bir ülke değil.
Artık doğru düzgün düşünemiyorsun diyordum kendi kendime, sağlıklı düşünme yeteneğini kaybettin, kafanda masal ile gerçek birbirine karışıyor, durmadan tuhaf sorular soruyorsun.
Dikenli, sevgisiz ortamlara alışkındık hepimiz, plazaların insanın ruhunu öldürdüğü, herkesi robota çevirdiği gerçeğini çoktan öğrenmiştik.
Ne çok isterdim tek bir çocuğun ahının koskoca devletleri tuzla buz etmesini, orduları bozmasını, ölüm kusan savaş uçaklarını düşürmesini. Ama elimizden bir şey gelmiyor. Kahrolarak yaşıyoruz.
Madem ki anlatmıştım, artık benden çıkmıştı. Peki ya anlatmadıklarım? Ya dünyada kimseye söylemediklerim? Onlar ne olacaktı?
Aşk denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir başkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir; dördüncüyü atar alevlerin içine…
“Gördüğünüz gibi her şey bir hikayedir” dedim, “ve nereye kadar gerçek olduğunu bilmemize imkan yoktur…”
Sorunların çözülmesi değil, yok sayılması, görmezden gelinmesi tercih edilir. Bu nedenle, bir şeyi eleştirdiğinizde, o durumu ortaya çıkaran kişi olarak sanki sorunun nedeni sizmişsiniz gibi tepki alırsınız.
O kalabalık arasında hiç konuşmamak, sadece birbirimizin varlığını bilmek daha iyiydi aslında. Ne konuşabilirdik ki? Garip bir sürüklenişti bu ve ikimizde sesimizi çıkarmadan akıntıya kapılmayı kabul ediyorduk, nerede duracağımızı bilmeden…
Her bir insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikaye, sonuçta insanın varoluşunun bir hikayesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın?