Anladım ki insan soyunun duygularını anlatan, psikolojik derinliklerine inebilen tek bir birikim vardır: O da edebiyat.
Kıskanmayı bile unutmak. Onu mutlu eden herkesi ve her şeyi sevmek. O noktada sahiplenmek biter, saf aşk kalır.
İnsan hiçbir umut beslemediği zaman durumu kabullenebiliyor ama kapkara bulutlar arasından iğne ucu kadar kendini gösteren bir güneş ışını belirince bütün dünyası o ışığa bağlı oluyor…
Birine sevdalanmak, donmuş bir gölde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkan olmayan ince buzlar üstünde yürümek anlamına gelmiyor muydu?
Hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez.
İşin tuhafı, giderek güzelliği artıyor gibiydi. Çünkü bakışlarındaki ve yüzündeki ifadeler, Karadeniz’in insanı afallatan havası gibi durmadan değişiyordu.
Zülfü Livaneli Kardeşimin Hikayesi Sözleri
Onca sayfa okunur mu hiç ya? Özetlerine baktım. Bunları söylerken kucağındaki iPad’i işaret ediyordu. O zaman hayatı, aşkı, ölümü, felsefeyi, edebiyatı 140 karakterlik tweet’lerle ifade eden bir kuşakla konuştuğumu daha derinden kavradım. Aramızdaki uçurum kapanmayacak cinstendi.
Aşk denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir başkasıyla ölümcül yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir; dördüncüyü atar alevlerin içine. Birini yaralar, öldürür ötekini.
Peki sizin ayrıcalığınız ne? diye soruyor. Çok basit diyorum. Okumak, sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını.
Basit eşyalarla döşenmiş o otel odasının gözüme cennet gibi göründüğünü tahmin edersin. Hem de ne cennet. Uzun süredir yumuşak bir şeye değmemiş olan ellerim yatağı, yastıkları, perdeleri okşuyor, unuttuğu bir hazzı tekrar yakalamak istiyordu.
Müzik, edebiyat gibi duyguları anlatmıyor, bizzat yaşatmak amacını güdüyordu. Bu da işe yaramaz bir şeydi, çünkü benim duyguları yaşamaya değil, öğrenmeye ihtiyacım vardı.
Zülfü Livaneli Kardeşimin Hikayesi Alıntıları
Tanrım, daha iki saat önce nasıl da canlıydı, nasıl da kahkahalar atıyordu, şimdi nasıl yok olabilir.
Onu bekliyorum, evet her gün, her an bekliyorum, ama tuhaf bir bekleyiş bu umutlanmadan bekliyorum. Bir üzüntü de hissetmiyorum artık, sadece bekliyorum. Düşüncelerimin, hayatımın doğal bir gün bir parçası gibi.
Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz! Ama İnan bana, insanların çoğunun ruhu, bedeninden önce çürür.
Belki fark etmişsinizdir; her şeyi ve herkesi gözlerim. Birçok insan bunu yapamaz, çünkü aşırı derecede kendi duygularıyla ve egosuyla meşguldür. Başkalarıyla ilgilenemez.
İnsanın geçmişini araştırması acı veren bir deneyimdi. Mutlu olabilmenin tek şartı “unutmayı” başarabilmekti.
Zülfü Livaneli Kardeşimin Hikayesi Kitap Sözleri
Kendimi yer bitirirken, şimdi durumu kabul etmeye başlıyorum. İnsan, kendine kurallar koyulan bir hayvan gibi her duruma alışıyor.
İşte anahtar kelime bu: hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: Unutmak. Eğer unutmak diye bi şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez.
Zaman bana da bir nehir gibi geliyor. O nehirde yüzüyorum. Sular akıyor ama hangi damla arkamda, hangisi önümde; nehir mi daha hızlı akıyor, ben mi; su öne mi geçiyor, arkamda mı kalıyor anlayamıyorum. Gerçek olan tek şey sonsuz bir akış.
İnsanlar delidir! Neyi niçin yaptıklarını bilmezler. Beyinlerinde bir diktatör vardır, onları hormonları yönetir ama bunun farkında olmazlar, kendi iradeleriyle davrandıkları sanırlar…
Birine aşık olmak, gözü bağlı olarak, bir uçurumun kıyısında yürümek demektir. Başına neler geleceğini hiçbir zaman bilemezsin. Sonu ölüm de olabilir, cinayet de, intihar da.